![]() |
|
Bu Devrimler kimin?
Atatürk devrimleri, özellikle harf devrimi bağlamında gündem olmaya devam ediyor. Toplumun bir kesimi, üzerinden neredeyse bir asır geçmiş olmasına rağmen harf
ve takvim devrimi ile barış sağlayamıyor. Diğer kesim ise Atatürk ve devrimlerini öylesine sahipleniyor ki , devrimlere karşı söylenen en ufak bir eleştiri veya menfi söz sanki Atatürk’e küfür ediliyormuş gibi algılanıyor.
Acaba hangi taraf haklı ? İnkilap tarihi derslerimize konu olan bu devrimler gerçekten Türk milletini tarihinden ve dininden uzaklaştırdı mı ? Yoksa bizi çağdaş medeniyetler seviyesine mi taşıdılar. Bu tartışmaya girmeyeceğim. Çünkü, gerçekte nasıl bir değişim yaşandı, nasıl bir süreç işledi bilmeden yapılacak hiçbir tartışma boş olmaktan ileri gitmiyor.
Ders kitaplarımızda ne okuduk bir bakalım. Mealen şöyle; “Osmanlı çağdaş devletler seviyesinden çok geri kalmıştı, devlet yönetimi din adamlarının iki dudakları arasındaydı, köhneydi, tükenmişti. Atatürk geldi ve Türk Milletini hem düşmanlardan hemde köhnemiş, tükenmiş Osmanlı siyasal sisteminden kurtardı. Kurduğu cumhuriyet rejimini de yeni takvim, alfabe, kılık kıyafet ve ölçü birimleri ile taçlandırdı. Atatürk ve arkadaşları halifeliği kaldırıp Laik ve Çağdaş Türkiye Cumhuritini kurdu.” Eksik kalan yerler var ise de kabaca böyle.
Aksini iddia edenler ne diyor?, O da kabaca şöyle; “ Kafirlerle gizli antlaşmalar yapan Atatürk, Osmanlıya hainlik yapmış cumhuriyeti ilan etmiştir. Daha sonra, Türk milletini özünden ve dininden uzaklaştırmak için, kendisine kafirler tarafından dikte edilen değişiklikleri yapmıştır.”
Dedim ya , hangisi haklı tartışmasına girmeden teker teker devrimlerin nasıl bir süreç olduğunu inceleyeceğiz.
TAKVİM
Türklerin kullandığı bilinen en eski takvim her bir yıl’ın bir hayvan ismi ile anıldığı ve güneş yılı esasına bağlı olan 12 Hayvanlı takvimdir. Selçuklular zamanında yine güneş yılının esas olduğu Celâlî takvimi hazırlanmış ve kullanılmıştır.
Osmanlı devleti ise tarihi boyunca farklı takvimleri farklı işler için aynı zamanda kullandığı gibi farklı bölgelere özel takvimlerde kullanmıştır. Resmi işlerde kullanılan ve esas takvim diyebileceğimiz takvim; ay yılını esas alan Hicrî (Kamerî) takvimdir. Hicrî takvim ay yılını esas alır ve miladı Hicret’tir. Yılbaşı ise Muharrem ayının ilk günüdür. Hicrî takvim güneş takvimine göre 10 gün 21 saat kısa olduğundan özellikle tarımsal vergilerin tahsilinde problemler olması kaçınılmazdır. Bu sebepten dolayıdır ki Osmanlı devleti 15. yüzyıldan itibaren vergi gibi bazı devlet gelirlerinin hesabında ve mali hesaplarda güneş yılını kullanmıştır.
Tanzimat ile birlikte devlet idaresinde reformlara başlayan Osmanlı Devleti, 1840 yılında Rûmî takvimin Hicrî takvim ile birlikte kullanılmasını kanunlaştırdı. Rumî takvim güneş yılını esas almakla birlikte miladı Hicret idi. Rûmî takvim, Hıristiyan dünyasında da kullanılan Jülyen takvimi baz almıştır. Rûmî takvimin kullanılmaya başlanması ile birlikte yılbaşı 1 Muharrem yerine 1 Mart olarak değişmiştir. 1870 yılına kadar 30 sene boyunca Rûmî ve Hicrî takvim birlikte kullanılmıştır. Bu tarihten sonra ise Hicrî takvimin kullanılması bırakılmış ve sadece Rûmî takvim kullanılmıştır.
Burada bir nefes alalım. Rûmî takvime baz olan Jülyen takvimine bir bakmak lazım. Jülyen takvimi adını ünlü Roma imparatoru Sezar’dan alır. Senato M.Ö 46 yılında Sezar'ın teklif ettiği Jülyen takvimini kabul edilmiştir. Sezar hem takvime hem de Temmuz ayına adını vermiştir. Roma imparatorluğu döneminde yılbaşı günü Jülyen takvimi ile değişmemiştir ve Ocak ayının birinci günüdür. Roma imparatorluğu dağıldıktan sonra batı dünyası Jülyen takvimini kullanmaya devam etmiş fakat çeşitli sebeplerle farklı günleri yılbaşı olarak kutlamıştır. Farklı devletler tarafından kullanılan yılbaşı günleri arasında 25 Aralık , 25 Mart ve 1 Mart öne çıkar. 25 Aralık Hz. İsa peygamberi doğum günü, 25 Mart gece ve gündüzün eşitlendiği tarihtir. Osmanlı imparatorluğu Rûmî takvimi kabul ettiği zaman yılbaşı olarak 1 Mart gününü seçmiştir. 1 Mart aynı zamanda çağdaş Rus İmparatorluğu ile aynıdır.
1917 yılında, 125 sayılı kanun ile Jülyen takviminin aksayan yönlerini gidermek amacı ile Jülyen takvimini esas alan Rûmî takvimden , Gregoryen takvimini esas olarak alan Rûmî takvime geçildi ve aradaki 13 günlük fark giderildi. Yılbaşı ise 1 Kanunisânî oldu.
Osmanlı imparatorluğunun son zamanlarında I. dünya savaşı devam ederken yapılan bu son değişiklik ile beraber, Türkiye Cumhuriyeti'ne devir olan takvim ana başlıklarla ile şöyledir;
- Gregoryen takvimini baz alan , güneş yılı esaslı Rûmî takvim
- Takvim başlangıcı: Hicret
- Yılbaşı : 1 Ocak ( 1 Kanunisânî )
- Mali yıl başlangıcı : 1 Mart
26.12.1925 tarihinde Takvim İnkılabı olarak bilinen 698 sayılı kanun Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildi. 698 sayılı kanun ile 1300'lü yıllardaki Rûmî takvimin başlangıç tarihi (Mebdei) değiştirildi. Böylece 1 Kanunisânî ( Ocak ) 1342 olması gerekirken 1 Kanunisânî 1926 olmuş oldu. 698 Sayılı kanun 5 kısa maddeden oluşur, bağlantıyı tıklayarak görüntüleyebilirsiniz.
Sonuç olarak olarak bugün kullanmış olduğumuz takvimin oluşum sürecini toparlarsak;
Osmanlı İmparatorluğu , toplum düzeni, dünya ile uyum ve malî sebeplerden dolayı ay yılı esasına dayalı Hicrî (Kamerî) takvimi değiştirmiş onun yerine güneş yılı esasına dayalı Rûmî takvimi kullanmıştır. Takvimdeki değişim sürecinin büyük bölümü Türkiye Cumhuriyeti tarafından değil Osmanlı İmparatorluğu tarafından yapılmıştır. Takvim İnkılabı özelinde bakıldığında , "Atatürk Osmanlı'nın köhnemiş sistemini değiştirdi ve bizi çağdaş uygarlık seviyesine çıkardı" demek ne kadar yanlış ise "Atatürk geldi ve bizi dinimizden , İslami değerlerden uzaklaştırdı" demekte bir o kadar yanlış ve haksızlıktır.
ALFABE
Türklerin bilinen ilk alfabesi Göktürk alfabesidir. Göçebe yaşam tarzı süren Türkler tarih boyunca çeşitli halklarla temas halinde olmuşlardır. Bunun neticesinde tarihleri boyunca farklı alfabeler kullanmışlardır. Türklerin kullanmış olduğu değişik alfabelerden bazıları , Orhun-Rünik , Uygur-Soğd, Mani, Brahmi, Ermeni-Mesrop yazısı, Gürcü-Kartvel yazısı sayılabilir. İslamiyet’in kabulü ile birlikte Arap alfabesi kullanılmaya başlanmış ve uzun yıllar boyunca farklı bir alfabe kullanılmamıştır.
Osmanlı devletinin kuruluşundan sonra Osmanlı alfabesi oluşturulmuştur. Arap alfabesinin Türk dilindeki bütün sesleri karşılamadığından dolayı oluşturulan bu yeni "Osmanlıca Alfabe" birebir arap alfabesi ile aynı değildir. Osmanlı devleti Arap alfabesindeki 28 harfi almış, bunların üzerine Fars alfabesinden eklemeler yapmıştır. Sonuç olarak 36 harflik bir Osmanlı Türkçesi alfabesi ortaya çıkmıştır. Osmanlı alfabesinde kimi harekeler olmadığından dolayı bazı kelimelerin okunuşunu ve anlamını çıkarmak için ya cümlenin yada metnin bir kısmını okumak gerekir. Bu durum okumayı ve anlamayı zorlaştırmaktadır. Osmanlı alfabesi Türk diline uyumsuzluğu ve okuma yazma öğreniminin zorluğuna rağmen yüzyıllarca kullanılmıştır.
Tanzimat fermanı ile birlikte başlayan reform hareketleri Osmanlı alfabesinin tamamının yeni bir alfabe ile değiştirilmesi veya bir kısmının tekrar düzenlenmesi, güncellenmesi, tartışmalarını başlatmıştır. Osmanlı devleti evrimleşen teknolojiye, yeni geliştirilen aygıtlara ve bilimsel gelişmelere ayak udurmakta zorlanmakta idi. Okur yazar oranının yükselmesi gerekiyordu ve dolayısı ile öğrenim zorluğu olan Arap harflerinden teşekkül Osmanlı alfabesinde reforma ihtiyaç vardı.
Osmanlı alfabesinin Türk diline uymadığını ilk dile getiren, Tanzimat fermanındanda önce, 17. yüzyılda Katip Çelebidir. Bir sonraki adım ise Münif Paşa'dan 1862 yılında gelmiştir. ’’Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’’de verdiği konferansta alfabe meselesini tartışmış, Arap ve Fars harflerinden oluşan alfabenin ıslah edilmesi gerektiğini vurgulamış ve ayrıca Avrupalıları örnek göstererek oradaki 6-7 yaşındaki çocukların dahi okuma-yazmayı kolayca öğrenebildiğinden bahsetmiştir.
İkinci Alfabede ıslah girişimi Azerbaycanlı şair Ahundzade Mirza Feth-Ali'den
gelmiştir. 1863 yılında İstanbul’a gelen Ahundzade, alfabenin ıslahı konusunda
hazırlamış olduğu öneriyi, Sadrazamı Keçecizade Fuat Paşa’ya sunmuştur. Fuat
Paşa tarafından tartışılmak ve incelenmek üzere Encümen-i Daniş'e gönderilen bu
öneri, kabul edilmemiştir. Ahundzade'nin bu önerisi kabul edilmese dahi
Türk dünyasında bir fitili de ateşlemiştir. Ahunzade'nin bu önerisi,
1926 yılında Bakü'de yapılan I. Türkoloji kongresinde Sovyet coğrafyasında
yaşayan tüm Müslüman Türklerin Latin alfabesine geçişinin öncülü olmuştur.
Tanzimat dönemi ve Mesrutiyet dönemindeki harfler, alfabe ve imla
kurallarının ıslahı tartışmaları uzun yıllar sürer. Çeşitli cemiyetler
kurulur , kongreler düzenlenir. Farklı görüşler olsa da tartışmalar en çok
rağbet gören iki görüşün etrafında toplanır. Bunlardan biri mevcut
Osmanlı alfabesinin ıslahı diğeri ise alfabenin tamamının Latin alfabesi ile
değiştirilmesidir.
Bu yazıda bahsetmek istediğim üçüncü ve son girişim ise Enver Paşa tarafından gerçekleştirilmiş ama başarıya ulaşmamıştır. Enver Paşa, I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde askeri haberleşmeyi basitleştirmek amacı ile harflerin ayrık yazılması sisteminin denemiştir. Bu denemede harflerin üzerine hareke konulmuştur ve harfler ayrık yazılmıştır. Zamanlaması malesef yanlış olan bu deneme sonuçsuz kalmış ve kısa bir süre sonra terk edilmek zorunda kalınmıştır.
Osmanlı Devleti ve önde gelen aydınları bu tartışmaları yaparken , Latin alfabesi her geçen gün daha çok kullanılır olmuştur. 1855 yılında kullanılmaya başlanan telgraf sistemi Latin harflerini kullanırdı. Kağıt paraların üzerinde, demiryolu biletlerinde, takvimlerde, tramwaylarda dahi Latin harfleri ya tek başına ya da Arap harfleri ile birlikte kullanılırdı. Batı'nın teknolojik ve düşünsel gelişimini takip etmek isteyen Osmanlı aydınları batı dillerini , başta Fransızca olmak üzere, öğrenir ve yazışmalarını Latin harfleri kullanarak yaparlardı.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra da alfabe tartışmaları devam etmiştir. Fakat tartışmalar farklı bir yönde ilerlemiştir. Arap harflerinin ıslah edilerek kullanılmaya devam edilmesi görüşünden uzaklaşılmıştır. Tartışmalar Latin harflerinden oluşan yeni bir alfabe üzerinedir. 1923 yılında düzenlenen “Milli İktisat Kongresi”nde Latin harflerinin kabulune dair bir teklif verilmiş ama gündeme alınmamıştır. 1926 yılında Akşam gazetesi bir anket düzenlemiş ve katılımcılara “Latin harflerini kabul etmeli mi, etmemeli mi?” diye sormuştur. Ankete katılanların büyük çoğunluğu Latin harflerinin kabulünü istememiştir. Bununla bir birlikte aynı yıl önemli bir gelişme olmuştur. Bakü'de düzenlenen I. Türkoloji kongresinde , Rus coğrafyasında yaşayan müslüman Türklerin Latin alfabesini kullanması karara bağlanmıştır.
Latin alfabesinin lehinde ve aleyhinde olan tüm tartışmalar
devam ederken 1928 yılında Bakanlar kurulu kararıyla daha sonra
“Harf Devrimi”nin altyapısını
oluşturacak olan Dil Encümeni oluşturulmuştur.
Önde gelen yazar, şair ve aydınlarından oluşturulan Dil Encümeni
ilk toplantısını 1928 yılında Ankara’da yapmıştır. Dil Encümeni
alfabe konusunu iki farklı yönden ele almıştır. Birincisi Türk dilindeki
tüm sesler ve bu seslerin harflerle uyumu, ikincisi ise imla kurallarıdır. Dil
Encümeni Ağustos 1928'de ilk raporunu hazırlamış ve Cumhurbaşkanı Mustafa
Kemal’e sunmuştur. Bu rapordan sonra çalışmalar hızlanmıştır.
Harf Devrimi olareak bildiğimiz 1353 numaralı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki
Hakkındaki Kanun” hazırlanmıştır. Yasa önerisi 1 Kasım 1928
tarihinde kabul edilmiş ve 3
Kasım 1928’de Resmi Gazete’ de ilân edilerek yürürlüğe girmiştir
Sonuç olarak olarak bugün kullanmış olduğumuz alfabe ve imla kurallarının oluşum sürecini toparlarsak;
Osmanlı İmparatorluğu , kullanmış olduğu Osmanlıca alfabenin Türk diline tam anlamıyla uyumlu olmadığının farkında olmuştur. Özellikle Tanzimat fermanı ile başlayan süreçte alfabenin ıslahını veya komple değişimini tartışmış, çözümler aramıştır. Nasılki Takvim konusunda önce iki takvimli bir süreç yaşanmıştır, aynı şekilde Harf Devrimi öncesinde de fiili olarak iki alfabeninde birlikte kullanıldığı bir dönem söz konusudur. Bu süreçte, Lâtin alfabesi Batılı tarzda açılan yeni okullarda, bürokraside, hariciyede, dış elçiliklerde ve bankacılıkta kullanılmaya başlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti son
dönemlerini yaşayan Osmanlı Devleti'ne nispeten daha küçük bir coğrafyada
yaşayan , daha az bir nüfusa sahiptir. Bununla birlikte unutmamak gerekir
ki Cumhuriyet tarihimizde önemli bir yeri olan devrimlerin altyapısı Osmanlı
Devleti yıkılmadan önce oluşmuştur. Cumhuriyeti kuran kadrolar Osmanlı'nın
yetiştirdiği ve eğittiği aydınlardır. Genç Türkiye
Cumhuriyeti , Tanzimat fermanı ile fitili ateşlenen çağdaş uygarlık seviyesine
giden bu yolda oluşan fiili durumu hızlandırmış ve resmileştirmiştir.
PetPaylash.Com by Goeben.net 2022